28 Mayıs 2014 Çarşamba

Zor Bir Zaman; Özel Bir Adam: Cevat AYHAN

Sakarya özel şeyleriyle pek gündeme gelen bir şehir değildir.
İçinde 72,5 milleti barındırması ve bu milletlerden birine ait olmak özel bir durumdur Sakarya'da.
Bunun yanında Tatangaları yani Sakaryaspor'u,
Sapanca gölü, Taraklı, vs. bir kaç tarihi ve doğal güzellik dışında;
Ziya Taşkent, Sait Faik gibi sanatçıları da vardır özel olan.
Siyasette ise özel olan tek figürü vardır: Cevat AYHAN!

Cevat Ayhan abimiz, amcamız;
uzun süredir yoğun bakımda.
Rabbim yardımcısı olsun.

Cevat Ayhan'ı Sakarya için özel kılan şey,
Bolu sınırından, Bilecik sınırına;
Karadeniz kıyısından, Kocaeli sınırına kadar;
gitmediği ve hizmet götürmediği köy yoktur.
En basit örneği, Sakarya merkeze 45 km mesafede olan köyümün
tarihinde asfaltla ilk buluşması da onun bakanlığı döneminde olmuştur.
Biz Cevat Ayhan'ı böyle biliyorduk;
fakat o sadece Sakarya değil, yurt geneliyle böyle ilgileniyormuş.
Bunu zaman içinde görüştüğümüz, farklı illerde yaşayan büyüklerimizden öğrendik.
Cevat abimiz Bayındırlık bakanıydı.
o zamanlar altında bir toyotası vardı ve hastalanana kadar da bindi o toyotaya.
makam arabası da oydu.
Oğlu'da bakanlıklarda ihale kovalamıyor, Sakarya'da mütevazi bir bilgisayarcı dükkanı işletiyor.

Cevat Ayhan abimizi Sakarya için değerli kılan şeyler özetle bunlardı.
Onu bir de Milli Görüş için değerli kılan şeyler var.
Bunda yaşımın genç olmasının da katkısı var fakat 2007 öncesine kadar
ben de farkında değildim, bu özel adamın.
O zaman kadar sevdiğimiz saydığımız, bakanlık yapmış bir büyüğümüzdü.
fakat 2007 seçimleri sonrasında onun ne kadar özel bir insan olduğunu anladım.
Gelelim meselemize;

22 temmuz 2007 seçimlerinin sonuçlarına YSK'nın sitesinden ulaşabilirsiniz.
benim hatırladığım kadarıyla Saadet Partisi 2,3 oy almıştı.
Hummalı bir seçim dönemini geride bırakmıştık.
Gençlik çalışmaktan ve uykusuzluktan bitap düşmüştü.
Seçim sonuçları açıklanınca da gençlik olarak yüzümüz düşmüştü.
Seçim sonuçlarını parti binasında takip ediyorduk,
salonda büyüklerimizde vardı.
Sonuçlar yavaş yavaş netleşmeye başlayınca,
parti binası da yavaş yavaş boşalmaya başladı.
Akşam saat ilerlemiş, geceye yaklaşmıştı.
Parti binasında biz gençler dışında;
Emektar Casim Amcamız, kendileriyle demirbaş diye eylendiğimiz
bir kaç ihtiyar amcamız
ve Cevat Ayhan abimiz kalmıştı.
(Neden bilmiyorum, ama ona hep Abi demek geliyor içimden)
Parti kapanana kadar da çıkamamıştı Cevat abimiz partiden.

Seçim sonuçları resmi olmayan ama muhtemelen resmisi de o olacak verilere göre belliydi.
Gençliğin durumuysa seçim sonucundan daha kötüydü.
Cevat abimizin durumu farketmesi zaman almadı zaten.
Bizi salona topladı ve onu bende özel yapan o konuşmasını yaptı.
Konuşmasında Siyonizm, Amerika, israil, Batı vs.'den pek bahsetmedi.
Yeri geldikçe değinip geçti.
O daha çok meselenin özüne kilitlenmişti.
Karşısındaki gençlikti ve gelecek yüzyıl o gençliğin eline bakıyordu.
Ona göre konuşmalıydı.
Dünyayı kurtarabilmek için önce kendimizden başlamalıydık.
Neyse, lafı uzatmayalım, aklımda kaldığı kadarıyla,
anlatmaya çalışayaım Cevat abimizin anlattıklarını.

sevgili gençler dedi.
selamdan ve duadan sonra tabi.
seçim sonuçları hiçbirimizin beklediği gibi gelmedi.
bundan kötüsü olabilir miydi, belki olabilirdi.
mesele bu değil.
zaten bizim iktidar olma gibi bir vazifemiz yok;
ama iktidar olmak için çalışma gibi bir vazifemiz var.
yani biz zaferden değil, seferden sorumluyuz.
(bu cümleyi farklı bir şekilde de anlatmış olabilir,
ama anlatmak istediği buydu)
ve zafer için çalışmamızı yaptık, yeterli mi orasını Allah bilir, ama biz elimizden gelen gayreti gösterdik.
(oradaki gençlik normal şartlarda zaten bunları bilen insanlardı, fakat o mücadeleyi gösteren insanlar bu durumu daha rahat anlar diye düşünüyorum.yani seçim mücadelesini)
şimdi bizim üzerimize aslında daha büyük vazifeler düşüyor.
biz belirli bir yaşın üstünde insanlarız.
bu ülkenin farklı dönemlerini gördük.
ideolojik ayrımların zirvede olduğu dönemler.
karşıt görüşten birisini kendi görüşüne çekmenin nerdeyse imkansız olduğu dönemler.
şimdi siz böyle bir dönemin sonuna geldiniz.
bizden ayrılıp, kendi yoluna giden,
sağdan soldan topladıkları kitlelerle iktidarda olan bir parti var.
mesele iktidar olmaksa bu bizim için sorun;
ama mesele Allah rızası için çalışmaksa,
bu bizim için fırsattır.
Çünkü Akparti toplama bir partidir.
Akparti yüzde elliye yakın oy almıştır.
Hayatı boyunca bizimle aynı havayı dahi solumaktan rahatsız olan,
karşıt görüşümüzdeki insanlar bu partiye oy vermiştir.
yani ezanı duyunca kaçacak yer arayan adamlar,
namaz kılan bir adama oy vermiştir.
ve o adamın geçmişini bildikleri halde.
bu durumun faydaları da vardır zararları da.
en büyük faydası, islam düşmanı insanlar bile islam çizgisine yaklaşmıştır
ve yaklaşmaya da devam edecektir.
en büyük dezavantajı ise islam çizgisindeki insanlar da ise bir rahatlama bir rehavet
bir ılımlaşma olmuştur ve olmaya da devam edecektir.
bu durumda size büyük iş düşüyor.
sizler karşınızdakini incitmeden, kırmadan, dökmeden;
sabrederek ve Allah'tan bekleyerek çalışmanızı yapacaksınız.
Tertemiz gençler yetiştireceksiniz.
bu rehavete kapılmayacaksınız.
büyükleriniz yanlış yapsa bile siz yapmayacaksınız.
sürekli geleceğe yatırım yapıp, insan yetiştireceksiniz.
Fitnelere kulak asmayacaksınız.
sadece çalışmanızı yapacaksınız!
önce dava içindeki kardeşlerinizle muhabbetle geçinip,
sonra ayrım yapmadan herkese muhabbet besleyeceksiniz.
Allah'ın kime neyi ne zaman vereceğini bilemezsiniz.
siz hidayet dağıtıcı değilsiniz.
o yüzden hep güzel sözler söyleyip,
sonunu Allah'tan bekleyerek çalışmanızı yapacaksınız.
Çünkü bu Akparti toplama bir partidir.
ve günü gelince dağılacaktır.
burda en önemli mesele,
bu dağılmaya kadar sizin ne yaptığınız;
iktidara ne kadar hazır olduğunuzdur.
dağılma gerçekleştiğinde,
eğer vazifenizi yapıp, muktedir olacak kadrolar yetiştirmişseniz,
ne mutlu size;yok eğer bu iktidara hazır değilseniz,
vay halimize!
mevla bu yükü bizden alıp başkasına yüklemesin istiyorsanız,
bu düsturla çalışmalarınıza devam edin.
.....

evet Cevat Abi bu minvalde sözlerle tamamladı konuşmasını.
yorum yapmak haddime değil zaten.
ve ona dua ile bitirelim.

Rabb'im ona iki cihan Saadeti nasip etsin,
onun hastalığına acil şifalar versin.
Ahiret günü gelip çattığında onu hocasıyla birlikte
peygamber sancağında toplananlardan kılsın inşeAllah!
Amin!

14 Mayıs 2014 Çarşamba

Bir Madenci ve Eşyaya Hürmet

“Çizmelerimi çıkarayım mı?
Sedye kirlenmesin!”

Bu sözler sonucuna baktığımızda sebebi hiç de önemli olmayan bir maden kazasından,
Sağ olarak çıkarılan emektar bir madencinin, ambulansa bindirilirken sarf ettiği sözler.
Söz ulusal, yerel ve sosyal medyada bir anda yayıldı.
Herkes bu sözü birilerine çakmak için kullandı.
Birbirimize kenetlenecek hiç sebep yokmuş gibi; Birbirimize çakacak iyi bir söz bulmuştuk.
Samimi insanlar da vardı muhakkak; Fakat kimse sözün özüne inmek istemedi, inmedi.

Emektar işçi ağabeyimizin kullandığı bu sözleri birkaç farklı açıdan ele alabiliriz.
Ama biz öyle yapmayıp tek bir açıdan ele alalım.
Bu anlam yani bana göre birinci anlam:
Eşyaya hürmettir.
“Hadi lan, öyle bir durumda adamın aklına hürmet mi gelir!”
Demeyin! Gelir efendim.
Bizim insanımız doğduğundan itibaren Öyle bir düşünce sistemiyle yoğrulur ki;
O Saygı ve hürmet bilinçaltında yerini alır.
Ve belki biz de dahil
Bundan sonraki nesillerin muhtemelen sahip olamayacağı bir özellik olarak
Yeri geldiğinde bu düşünce açığa çıkar.
Burada sözü edilen araç ambulans ve sedye.
Biz yeni nesilden kimimizin ambulansa,
Kimimizin polis otosuna,
Kimimizin halk otobüsüne,
Kimimizin başörtümüze,
Kimimizin bir diğerine hürmeti yoktur.
Yani kısaca hürmet artık lugatımızdan silinmiş.
Belki de Soma’yı bırakıp, Kendi yasımızı tutmalıyız.

Yani demem o ki:

Birbirimize hürmeti kaybettikçe ölüyoruz;
Öldükçe birbirimize hürmeti kaybediyoruz!

Ölenlere Rahmet, kalanlarına sabır;
Kurtarılmayı bekleyenlere de yardım diliyorum Rabb'imden!
İnna Lillahi ve İnna İleyhi Raciun.


27 Şubat 2014 Perşembe

erbakan savunan adam hadi oradan

Malumunuz
eski bugün gazetesi
yeni star gazetesi yazarı
ahmet taşgetiren
başbakan için
bir savunan adam yazısı kaleme almış
benzeri bir yazıyı
daha önce erbakan hoca için de yazmıştı

öncelikle açıklama ihtiyacı duyduğum şey
erbakan hocaya yapılan
savunan adam hitabının
taşgetirenle bir alakası yok
bu sözün müellifi
yazdığı savunan adam şiiriyle
yasin hatipoğludur
yani buradan
ahmet taşgetirene maletme çabalarına girilmesin

bu uyarımızı yapalım
ve meselenin özüne dönelim
ahmet taşgetiren
sevdiğimiz
saydığımız
bir büyüğümüzdür
onun yazılarındaki samimiyeti sorgulayacak değiliz
haddimize de değil zaten
ama bazı hususları da belirtme ihtiyacı hissettik
yine haddimiz olmadan

erbakan hoca için yazılan yazıyı okuduğunuzda
yazı haricine bir şey koyamazsınız
yani "tamam ahmet bey iyi diyosun da
erbakan şunları da yapmıştı" diye
aynı şeyleri erdoğan için yazması ise
bana göre biraz romantizme kaçış
biraz duygu sömürüsü
biraz kamufle etme gibi olmuş
yazar yazısında ne kadar samimi olursa olsun
ben çıkardıklarımı belirtiyorum
yani öze gelecek olursak
erdoğana bir yanlış yapıldığı kesin
biz de yanlışmı belirtiyoruz.
ama erdoğanın yanlışlarına neden ses etmiyoruz
mesela şuan kanlı bıçaklı olunan cemaati
buralara kim getirdi
ya canım adamlar hüsnüzanla düşündü demeyin
tayyip erdoğandan bahsediyoruz.
mesela akp içindeki yolsuzluklara
hırsızlıklara neden göz yumuldu
bal tutan parmağını yalar diyeceksiniz
demeyin
çünkü bal avuçla götürülmüş durumda
aslında cemaat akp ilişkileri
bu kadar yüzeysel geçilebilecek bir konu değil
ama yerimiz de o kadar geniş değil

tekrar yazıya dönecek olursak
yazı özelinde türkiye geneline
erdoğanı erbakanlaştırma çabaları var gibi
yapmayın
erdoğandan bir erbakan çıkmaz
çıkarsa da sonu erbakan gibi olur
bir de erdoğana sorak lazım
erbakan gibi bir son ister misin diye
zannetmiyorum ki istesin
isteseydi
hocasının dizinin dibinden ayrılmazdı
velev ki ayrıldı
hocasına o lafları etmezdi
hem de bu kadar naif bir adama karşın
o lafları etmezdi

son olarak
bir de milli görüşü tekeline alanlara
yıllardır bizi hançerlemekten
ümmeti satmaktan bıkmayan
cemaat denen illete sahip çıkmayı bırakın
hırsıza hırsız
arsıza arsız deyin
gerçi kime anlatıyorum
ülkede başörtüsü yasağı
ve katsayı varken
çocuklarını imam hatibe göndermeyen
insanlardan

şimdi bütün hepsine erbakanca seslenmek istiyorum
hadi oradan hadi oradan

Allah sonumuzu hayretsin!

17 Şubat 2014 Pazartesi

kader,yol,aşk,güzel...

küçükken
mahallemize kurulan perşembe pazarında kaybolurdum hep
şimdiyse senin gözlerinde
o zamanlar
bazen sorarak
bazen kalbimin sesini dinleyerek
bazen de talihim gülerek
bi şekilde bulurdum yolumu

şimdi
pazar bulmaca eki labirentinde kaybolmuş
sivri uçlu bi kurşun kalemim
gittiğim her yere benimle geliyor
izim ve çizgim
geri dönmek istiyorum
kader çıkıyor karşıma
başka yok diyor
başka yolun yok
belki bir zalimin ellerinde
belki de bi güzelin gözlerinde...
kaybolucaksın
kaybolucaksın
eğer varsa kaderinde.

11 Şubat 2014 Salı

Annem, Anneler, Burnum ve Söğütlü'nün Dereleri

Annem
"dereler kurudu da bu senin burnun kurumadı"
dediğinde de haklıydı
aslında anneler hep haklıdır
sadece anlamak zaman alır

annem bana bu ve bunun gibi
haklı olduğu bir sürü sözü sarfettiğinde
ilkokul çağlarımda
dünyanın dönmeye başladığı yer diyemesek de
durmaya başladığı yerde
söğütlüde yaşıyorduk
yoğun günlerdi
evden okula okuldan eve evden top sahasına top sahasından eve evden tekrar okula....
anlicanız hiç boş vaktimiz olmadı
bırakın kitap okumak gibi entelektüel çalışmalar yapmayı
ilk baharda
sınır boylarına eriğe gitmeye bile zor vakit bulurduk.

belkide mahallenin futbol oynamayı en az seven çocuğuydum
abimleri ve arkadaşlarımı izlemeye gittiğim festival sahasında
(namı değer süt festivali çerçevesinde yağlı güreşlerin yapıldığı alan)
genelde adam eksikliğinden zorla oyuna dahil edilir
genelde abimin takımında olur
ve maçın başından sonuna kadar abim
top oynamaktan çok benim peşimde koşardı
nedense o lanet takımlarda hep bir kişi eksik olur
ve yine nedense o eksikliğe sebep olan kişi
benim gibi izlemeyi tercih etmezdi
yani olan hep bana olurdu

neyse konumuz bu değil tabi
en son erik diyorduk
evet
evimizin yakınlarında
o kadar çok tatlı ve ekşi erik çeşitleri varken
nerdeyse yarım günlük yollara erik peşine giderdik
balık mı
balık için biraz daha büyüyüp
orta okula geçmem gerekicekti

aslında babamı tanısanız
kardeşler olarak kime çektiğimizi
az buçuk anlardınız
babam eve haftada bir
olmadı on beş günde bir gelirdi
bizim futbol maceralarımızda
bu bir hafta veya on beş günün sonunda
genelde sıra sopasıyla sonuçlanırdı
aslında sonuçlanırdı dersek yanlış olur
sadece küçük bir vurgun yerdi
yoksa ertesi gün kaldığı yerden devam ederdi zati

her okul çıkışı top sahasına giderken
eğer anneme yakalanmışsak
"olum bak baban gelicek
yine sopa yiceksiniz" derdi
anlicanız annem burda da haklı çıkardı
gerçi "burda da" sözünü
burda kullanmam yanlış oldu gibi algılamayın
yazının başındaki dere-burun mevzuuna dönüş yapıcam

evet
bizim bu çocukluğumuzu yaşadığımız ilçenin
adını aldığı söğütlere gelelim
ilçemiz boyunca uzanan
eski adı nedir bilmesek de
yeni adı namı değer boklu dere olan
bu dere etrafında kümelenen
veya dere boyunca sıralanan
söğüt ağaçlarından alırmış ismini
söğütlü diye
zamanında
bu derede yüzüldüğü
balık tutulduğu rivayet edilse de
o zamanlar ne yüzülebilecek
ne de balık tutulabilecek hali kalmıştı
geldiği yerler ve ilçemizin katkılarıyla
adı boklu dere olmuş çıkmıştı
zaten dere boyunda pek söğüt de kalmamıştı

bu dere boyunda kalan ender söğüt ağaçlarından biri
evimizin karşı çaprazına düşerdi
köprü de bu ağacın elli-yüz metre ötesine
mahallenin gençleri
bu köprüye dolaşmaya üşendikleri için
genelde bu
hafif rüku halli söğüt ağacını kullanırlardı
ben de o zamanlar bu ağacı
bir iki teşebbüsten sonra geçmeyi başarabilmiştim
yine bir teşebbüsüm
teşebbüs olarak kalmıştı
nasıl olduğunu pek anlayamamış olsam da
hala derenin için deki halimi çok iyi hatırlarım
komşumuzun bizden yaşça hayli büyük oğlu mehmet abi olmasa
(namı değer çorbacı memet)
muhtemelen şuan bu yazıyı okumak yerine
başka işlerle iştigal olurdunuz
büyük eksiklik yani
dereye düştüğümde üstümde
aldığımız yirmi gün-bir ay olmuş
bordo renkli bez eşofman takımım vardı
halbu ki ölebilirdim ama
en çok ona üzülmüştüm
neticede trabzonsporluyduk

neyse lafı fazla uzattım yine
sözlerim başına dönücek olursak
annem bana bu sözü kullandığında
aklıma hep bu boklu dere gelirdi
o zamanlar gayet deli dolu
kış aylarında taşan
boklu boklu akan dere
heralde benim burnum
bu dere kuruduğunda kurur
diye düşünürdün hep
çocukluk işte
kendimden umudum vardı yani

yazımın başından beri bahsettiğim
bende çok fazla anısı olan bu dere
artık yok
üstü kapatıldı
ve bir kanalizasyon hattına dönüştürüldü
insan! eliyle
etrafındaki söğüt ağaçlarını sormayın zaten

anlicanız annem gerçekten haklı çıkmıştı
yaklaşık yirmi sene geçti
bundan sonra da
hep haklı çıkıcak gibi

haa unutmadan
söğütlüde doğmuş olsanız da
turnalarda yüzmediyseniz
gerçek bir söğütlülü olamazsınız
ne kadar söğütlülüyüm ona da siz karar verin!


4 Şubat 2014 Salı

imtihanı kaybediyoruz


"Diyorum ki arkadaş,
illa taraf olucaksak 
Hakk'tan taraf olalım. 

Yani hırsıza hırsız,

arsıza arsız diyelim! 

İnsanlara da 

Hakk'ça bir düzen vaad edelim. 

Ama gözden düşen hırsıza,

denize düşen arsıza 
sarılmayalım! 

Anlıcan gittikçe zalimleşiyor,

zalimleştikçe iman çizgisini aşıyoruz! 
İmtihanı da kaybediyoruz!"

21 Ocak 2014 Salı

Dağınık, Uzun bir yazı

bağzı vatandaşlar itiraz edebilir,
ama bunlar gerçekleri değiştirmeyecektir.
ben de bu minvalde bazı gerçeklerden bahsetmek istiyorum.







90'lı yıllar şimdi düşündüğümüz zaman bir nostalji gibi algılansa da
aslında bu yıllarda çok şeyler gizli islam gerçekleriyle ilgili
bilmem hatırlar mısınız?
ben şahsen hatırlamıyorum,çünkü daha 3 yaşındaydım o zaman.
doksanlı yılların başında bir seçim oldu,
hizmet hareketi,bu seçimde kimi destekledi?
"o adam"ı desteklemedikleri aşikar.
doksanlar boyunca başka seçimler de gördü bu ülke
ve malum cemaat yine "o adam"ı desteklemediler.
ve "o adam"a bir darbe yapıldı,
doğal olarak malum yapı darbecileri destekledi.
o kadar gazete manşetine,tv haberine rağmen
şuan 28 şubat mağduru oynamaları ise yüzsüzlükleri,
şayet yüzleri kayış gibi olmuştu artık.

doksanlar boyunca orta doğu merkezli bazı olaylar cereyan etti.
doğal olarak müslümanları ilgilendiriyordu bu olaylar.
94 yıllarıydı, bu sefer hatırlıyorum o dönemi hayal meyal.
bir çeçen intifadası başladı.
malum yapı bu direnişe destek vermedi (tabanda uymayanlar olmuş olabilir,ama hareket olarak destek olmadı neticede)
bu dönemlerde bir başka olay ise bosna direnişidir.
malum yapı bu bosna direnişine de destek vermedi,doğal olarak.
patlamaya hazır bir bomba olan ırak'ı 2000'lerin başında patlattılar,
malum yapı yine mazlumları desteklemedi,doğal olarak.
bir afgan cihadı oldu,yine cihadı desteklemediler doğal olarak.
aslında bunların bu doğal halleri saymakla bitmez.
biz neticeye gelelim.
bu doğal halin sebebine inelim.
sebep çok basit.
bu kardeşceğizlerimiz diyalogcu oldukları için
hep diyalogdan yana oldular.
mesela yıllardır kanayan yaramız filistin,
onların hiç kanayan yarası olmadı,olamadı.
şimdi zayın zemaat yetkililerine değil kamu oyuna:
ben açıkça belirtmek istiyorum ki
şahıs olarak fethullah gülen den nefret eden bir insanım.
bosna da sustular,
çeçenistan da sustular,
afganistan da sustular,
patani de sustular,
ırak da sustular,
mısır da sustular,
keşmir de sustular,
doğu türkistan da sustular,
moro da sustular,
arakan da sustular,
mavi marmara da sustular,
filistin de zaten sus puslar,
türkiye de sustular,
.
.
.
kısaca hep sustular.
peki şimdi neden sesleri çok çıkıyor?
bu zamana kadar zulme karşı sesi çıkmamış bir hocaefendinin sesi neden şimdi hiç olmadığı kadar çıkıyor?
bu kadar susmuşken,
bir konuşmaya başlayıp,
onda da Allah rızası için konuşmayan
ve hoca efendilik taslayan bir adamdan
ben neden nefret etmeyeyim.
veya ben neden bu adamdan şüphelenmeyeyim?

evet doğru duydunuz!
şüpheliniyorum,
bakın çarpıtmayın,
sadece şüphe!
hoca efendi israil'in çarkına su taşıyan bir köle midir?
hoca efendinin bütün geçmişi,
bütün bağlantıları tespit edilmeli!
mesela rahmetli erbakan,
80'li yıllarda,
hoca efendinin vaazlarına gidenler için,
"şimdi cihad ettiğini zannederek,
ankaradan, manisadan otobüslerle
vaaza giden kardeşlerim,
siyonizmin çarkına su taşıyorsunuz,
uyanın,kendinize gelin!"
demiş midir?
bu da araştırılsın,
ve söylediklerinin haklılığı da araştırılsın.

son olarak,
var mısın ulan herkes iş tuttuğuyla haşrolunsun,
hatta sevdiğiyle!
ben varım.

bir de sizden bir isteğim var!
iki dakka adam olun,
vallahi çok değil,
iki dakka!